Bir Cuma gecesi … Perşembenin ertesi …
Kısık gözlerle bakarken dünyaya… Ulaşılamayan’a varamamak algılarımızın zayıflığından mıdır diye hayıflanırken…. Üstelik gecenin bir körü uykusuzluğa iterken yine. Yazılanların kelebek misali uçup gittiği satırlarda; sence de nice ucuz şair solup gitmedi mi?
Kendini reddedip satırlara vuranlar, imbiğinden damıtıp da ne berrak edebiyat yaptılar halbuki. Belki de edebiyat bildiğimiz gibi değildi. Yazılanların yalnızca yazana güzel geldiği sanrısı yıkılamazken, aslında sormak lazım göz takipçilerine:
Acaba;
Her satır okunmak için mi yazılır?
Acaba?
sömestre/stress
(Yazılanların
çok ehemmiyeti yok, yaşanılanlardır anı değerli kılan. Nesir sadece bir
sözdizimidir, ve yalnızca bundan ibarettir çoğu zaman.)
Sizler…
Yuvalarına
koşan karıncalar gibi dağılmadınız mı evlerinize iş çıkışlarında? Tek
isteğiniz sıcak monotonluğunuza varabilmekti. Haksız da sayılmazdınız
üstelik. Tatil şekliyle atfedilen zamanlarda kaçarcasına uzaklaştınız
şehirlerden. Son finale bavulla girmek pahasına öğrenciydiniz ve bunun
adını genel olarak “hasret” koyuyordunuz hep.
Doğru değil mi?
Sonra
bir yığın oldunuz işte. Oradan oraya savrulan ve her gittiği yere
kafasını götüren insanlar yığını. O yığının doldurduğu otogarlar neden
yalnız? Neden havalimanları, tren garları soğuk? Çünkü kaç-a-mak
insanın özgürlüğünde, asıl özgürlükse beyinde. Fırtına hızıyla ve
amansızca kesilen otobüs biletlerinde değil. Onlar sizi özgür kılmaz,
kılamaz. Ara sıra aksini iddia eden de olur benim gibi; nezdinizde hepsi
hor, hepsi düzenbaz.
İyi de bu düzeni baz alan ve ayakta tutan da sizler değil misiniz?