öz'ü alıp gidebilmek...

Cümleler kurduk, konuştuk epey. Hatta bazen çok uzun cümleler kurduk. Ne tartıştığımızı unuturcasına konuştuk. Uzun cümlelerle hayatı çözümleyebildiğimizi sandık.

Bilmiyorum ki… 


Kısa ve öz olanla, zaman kaybetmeden ve detaylara boğulmadan yaşayabilmek, söz konusu “öz”‘ü alıp gidebilmek çok da zor olmamalıydı. Zoru seçtik. 


Şimdi zaman akıp gidiyor ve evet sen de kimseyi dinlemiyorsun. Emin ol o da seni dinlemiyor. Belki de dinliyormuş gibi davranıyor. Biliyorum, çünkü dinliyor olsaydı bu kadar yorulmazdın. 


Basit olurdu hayatın. Dijitale sıkışmazdın, belki simgesel hobilerin olur, işe bisikletle gider gelirdin. Okuduğun kitaplar okumak zorunda hissettiklerin olmayabilirdi mesela. Mesela herkesin izlediği videolar hakkında yorum yapma gereksinimi duymazdın. Kurmaya çalıştığın mizahı hayatına tatbik edip gülümserdin. Gün boyu seni sıkan bir gömlek, kravat, ya da bedenini daraltan kıyafetlerin de olmazdı.


Dinleseydin olmazdı, dinleseydik olmazdı. Komplike olana koşar adım özlem duymasak olmazdı. İç içe geçmiş zaman düzlemlerini, bize hiç fayda sağlamayacak kadar istemeseydik olmazdı. 


Şimdi bu garip isteklerle, kimin icat ettiği bilinmeyen mesai saatleri içinde, mesai çıkışı da kaftan biçilen hayatı giyip, aldığımız nefesi sönümlüyoruz. 


Var olabilecek bir hayatı, yok etmek için uğraşıyoruz.