hüküm/yargı.

Karanlık bir gökyüzüne dumanını üfle sigaranın. Sessiz... Pencereden sokağa zerk et kendini. Apansız... Baş ve omuzlarınla ait ol dış dünyaya. Ayakların kök salsın zemine. Sen, sen olup bambaşka birine dönüşürken, bırak insanlar ve şehir uyusun… 

Onlar ki alıp veremedikleri ve tam olarak hesap edemedikleri telaşları gün batımına dek sürdürdüler. Karton dünyalarında plastik duygular yaşadılar. Öyle ki yağmurun yağmasını, kelebeğin kanat çırpmasını ya da bir kedinin yuvarlanmasını bile olağanüstü zannediyorlar. Yanından geçip gittikleri her güzelliğe pişmancasına geri dönüp, aslında aradıklarını da bulamıyorlar. Zaten ne aradıklarını bilmeden yarışıyorlar. Kanatırcasına, kıyasıya, “can”ı döver gibi...

Ne zaman bir düşman alt edilse zaferler çağlıyor. Ne zaman yeni bir düşman yaratılsa da nefretler silsilesi. Bu bitmek bilmeyen devinim içinde doğalmış gibi davransalar olmuyor. Davranmasalar da olmuyor. Türlü şirinliklerle şeytanlıkları örtbas etmeye çalışıp; gocunmadan, kırılmadan, yüzyıla yakışır sahteliği yapıştırıveriyorlar kimliklerine. Onlara da bu yakışıyor. Ama sana hiç yakışmıyor.

Biliyorum, başka türlü olmuyor. Çarkları çok sıkı artık hayatın. Sen de orada yer bulmak istiyorsun kendine. Tıpkı senle aynı duyguları yaşayan milyonlar gibi. Peki, boşversen biraz. Gevşesen. Paylaşmasan? Ne kaybedersin paylaşmasan kazandıkların karşısında? Ne kazanırsın yaşamı ıskalamasan? Çok basit şeyleri büyütmesen gözünde? 

Evet alt edildi dünya betonla, yığınla, küfürle. Evet sen de muzdaripsin bundan. Ama ne yaptın ki bu mağlubiyeti haklı kılacak? Ya da ne katkın oldu ki bu hezimete? Zamanla durdun, dünya döndü ve hep istedin. İstemeyi istedin. Hiçbir şey yapmamayı. Yorulmamayı ve tembelliği istedin. Güzel çıkmadığın fotoğrafın güzel olmasını istedin. Gezmediğin şehirleri gezdin sansınlar istedin. Sevmediğin insanlara aşık olmak istedin. Ya da en azından cümle alem öyle bilsin istedin. 

Peki ya başarabildin mi?