Sene Tanziminde Müstesna Bir Dönemeç

Sene tanziminde müstesna bir dönemeç: “Yuh ulan!” dediğin an. “O kadar da olmuş mu be!” diye hayıflandığın hani, şaşkınlığından mütevellit kalakaldığın… 

“Yeni nesil” gibi bir tamlamayı dağarcığından sökmeye yeltenirken, dillere pelesenk edici rutinin saldırısına uğradığın, ardı arkası kesilmez atakları bertaraf etmeye çalıştığın an… Ömr-ü hayatında belki de en hazırlıksız yakalandığın zaman dilimi bu. 

Yaşananlarla sorumluluklar arasına sıkışmışken, etrafında sürekli birilerine kaftan biçen, un fabrikasında elek master’i yapmış adamlarla çay içtiğin an. Bindokuzyüzkırklarda son güncellemesini almış er kişinin üst perdeden sana rol yazdığı, ne senin oynayacağın ne de onun göreceği piyes. Erimiş zaman bloklarında herkesin kendini kandırdığı ve nihai boktan sonucu beklediği izmarit kokulu şark muhabbetleri. Ait olmaya tenezzül dahi etmeyeceğin geyiğe gençliğini doğrayan toy memurlar… 

Bunları görüp, ufka dair mum ışığını parmaklarını ıslatıp da söndürmen. Cıss diye bi iç sızlaması ve ardından pis bi’yanık kokusu… 

Bu müstesna dönemeçten azami zaiyatla kurtulup, ardında enkaz bırakırcasına hayata, kitaba, insanlara, müziğe, Kadıköy’e koşman… Amatör ellerden çıkan bi kağıt gemi gibi, önce leğende yüzdürülüp, sonra da akan suya bırakılman. 

Orada ne kadar arınırsan sensin ve ne kadar unutursan insan…